“Tanrı insanların uzun ömürlü olmaları için Tenedos’u yaratmış. “ Herodot
Yıllardır Bozcaada’ya giderim ama nedense bugüne kadar ada hakkında yazmak istemedim. Bilinçaltım adanın kurtarılmış bölge olduğunu düşünüyor olabilir ya da zaten her yerde reklamı yapılıyor, hakkında yazılmamış bir şey kalmadığı için yazmamış olabilirim. Niye yazmadığımı tam olarak bilmiyorum, belki yazı bittiğinde aklıma gelir.
Rüzgar santralleri, üzüm bağları, gelincikleri, ada otlarının ve mezelerinin enfes tatları, daracık sokakları ile Rum ve Türk mahalleleri, sonradan adalı büyük şehir göçmenlerinin yarattığı entelektüel atmosferi, ahtapot ızgaranın en taze hali, buzlu sudan hallice suyuyla denizi, kimler tarafından yapıldığı bilinmeyen gizemli kalesi, Salhanesi, sürekli yer değiştiren rüzgarı, bağ evleri, burnundan kıl aldırmayan pansiyon sahipleri, eşek bağırtan yokuşları, çınaraltı, kilisesi ve camisinin güzel sesleri ile Bozcaada insana burada yaşayabilirim dedirtir.
Yıllar önce ada ile ilk tanışmam ayağımı Ayazma plajında suya soktuktan beş dakika sonra çığlık çığlığa bağırmamla başladı. Sabahın dokuzuydu, uykusuz geldiğimiz Bozcaada’da uyanmak için denize girmek iyi fikir gibi görünmüştü. Sudan çıkarken topuğumda başlayan acı giderek dizime ulaştı ve daha yukarıya çıkar gibi olduğunda artık hastaneye gitmem gerektiğini anladım. Belli ki bir balık tarafından ısırılmıştım ama işin acı tarafı beni neyin ısırdığını bile görememiştim. Neyse ki doktor bu duruma çok alışıktı, adanın her yanında görülen, kum renginde olduğu için farkedilmeyen vatoza benzer bir balık olduğunu söyledi. İyi de benim girdiğim anda, benim girdiğim noktada olmak zorunda mıydı bu balık? Hastanede yapılan kortizon iğnesi ile doktor birkaç saat uyuyacağımı ve sonra acıdan eser kalmayacağını söyledi. Öyle de oldu, Ayazma Plajının tam üzerinde yer alan Vahit’in yerinde yemek yerken enfes mezelerin tadına bakamadan uykum gelmeye başladı. Kendimi plajda şezlonglardan birine attım ve deliksiz bir uyku uyudum. İki güncük tatilimin büyük bölümünde uyuduğum için Bozcaada ile ilk tanışmam biraz eksik kaldı diyebilirim. Ama sonraki ziyaretlerimde yollarını koşarak arşınladığım iyi bildiğim bir yer haline geldi.
Bu yazının devamının Bozcaada’nın cengaverleri üzerine olmasına karar verdim. Kim mi bunlar? Yunanistan’ın turizm fırtınası estiren, her köşesinden para fışkıran irili ufaklı adalarına karşılık, bakir Bozcaada’mızda sanatını yapmaya, iki aylık turizm sezonunda yaptıklarını duyurmaya çalışan, yerli turiste deniz, güneş, rakı, balık dışında adada sanatın da var olduğunu gösteren sanatçılar. Adanın kendine özgü estetik, uygar ve kaliteli ortamının en büyük nedenleri tüm baskılara rağmen üretilmeye çalışılan şarapları ve sanatçı ruhlu insanları. O yüzdendir ki Bozcaada’da caz festivali var dediklerinde dört kafadar koşa koşa gittik. Ayazma Manastırında enfes müzikler eşliğinde gün batımını karşıladık.
Ertesi gün tek başıma adanın dar sokaklarında keşfe çıktım. İlk durağım ayinlerin düzenlendiği kilise oldu. Kilisenin çan kulesi hükümet tarafından yenilenmiş. Çevresindeki sokaklarda küçük atölyeler var.
Zeynep Aksu cam atölyesi bunlardan biri. Takılarını üst kattaki atölyesinde üreten, girişteki dükkanında satan ve babası ile birlikte sosyal medyada pazarlayan Zeynep Aksu çok güleryüzlü bir hanım. Moreno’da görebileceğimiz incelikte işler yapıyor. Yaptığı ürünlerde daha fazla risk alabilir, ama güvenli hareket etmeyi tercih ediyor?.
Ara sokaklarda Noah adında bir seramik atölyesi dikkatimi çekiyor. İçeri girdiğimdeyse cep telefonumla çektiğim bir fotoğrafa hemen itiraz geliyor. “İçerde fotoğraf çekmek yasak. “Konuşmamız böyle başlasa da sonra çok iyi anlaştık. Mekânın sahibi genç kız güzel sanatlar fakültesinde seramik okumuş, mimar arkadaşı ile adada izbe olan bu yeri kiralayıp, şirin bir atölye-eve çevirmişler. Hem para kazanmaya çalışıyorlar hem de keşmekeşten uzakta sanatlarını devam ettiriyorlar. “Kışın şöminenin karşısında oturuyoruz, şaraplarımızı içerken adanın rüzgarını dinliyoruz, çok keyifli oluyor” dedi. Düşündüm de bir kere de kışın gelmeli Bozcaada’ya!
Yine ara sokaklarda bu kez Itırlı Bahçe çıkıyor karşıma. Buranın hem bahçe hem de bir sanat galerisi olduğunu anlıyorum. İçeride çeşitli sanatçıların seramikleri ve heykel çalışmaları var. Ama gözlerim, girişte gördüğüm Adem Yavuz imzalı karga resimlerini hemen ayrı bir yere koyuyor. 2015 yılından beri adada ressam olarak çalışmalarını sürdüren Adem Yavuz’la tanıştığımı İstanbul’a dönüp kim olduğunu sosyal medyada aratınca anlıyorum. Sabah ben galeriyi gezerken bahçeyi yıkayan kişi sanatçının ta kendisiymiş ?
Yukarıda görülen eserin adı Çarpışma … Eseri anlattığı bir de not var. Adem Yavuz diyor ki “Bu resim insanların birbirlerini ötekileştirdiği maddesel savaşı değil kendiyle olan manevi savaşını ifade etmek amacını gütmektedir. İnsanın en derin yıkımı yine kendi duygularından kaynaklanmaktadır. İnsan bunların üstesinden gelebildikten sonra insan üstü insan olma haline varacaktır.” Şöyle devam ediyor. “İnsan sadece kendi küçük hayatını yaşar, ıvır zıvır işlerle oyalanır, para meselelerine endişelenir, sadece kendine yaşar, ne menfur ne iğrenç bir yaşam! Bu saçmalıklar yerine, savaşın kendisi hiç olmazsa dürüst bir vahşet sergiliyor.
Görebildiğim kadarıyla sıradan bir yaşantıda nadiren bir ideali gerçekleştirebilirsin.Sıradan hayatın ticari ve bencil temeller olmasını nasıl açıklarlar bilirsin. “Bir yerlere gelmek istiyorsan elini çamura bulaştıracaksın. “
“Ya da sanata.! Çünkü insan yalnızca savaşkanlıkla yetinemez. Yetinirse her türlü kötülüğün mazeretini kabul etmiş ve hatta yaratmış olur. Zor olan o savaşkan enerjiyi güzelliğe yönelterek insanın kendisini aşmasıdır. Evet, sanat insanın fıtratını aşma uğruna kendi kendisiyle çarpışmasıdır. O da bir savaştır ama yok etmeyi değil var etmeyi amaçlayan bir savaş … Kutsal çarpışma!”
Tam da bir sanatçıdan beklenebilecek mükemmel bir yorum. Her zaman insanı diğer canlılardan ayıran şeyin sanat olduğunu düşünmüşümdür. Her insanın içinde bir sanatçı olduğuna inanırım. Sadece bazılarımız, sanatımızı ortaya çıkarabilecek şansa sahip oluyoruz çoğu insan neler yapabileceğinden habersiz yaşıyor bu hayatı.
Sanat insanın hayatla olan mücadelesine anlam katıyor! Öyleyse haydi kendimizi aşalım, içimizdeki fırtınaları sanatla dindirelim !