İnsan kalbinde ne taşıyorsa dünyaya bakınca onu görür. –
Johann Wolfgang Van Goethe.
Kabul ediyorum, benim hatam. Tokat’ı görmemiş olmam kabul edilebilir, ama gitme fırsatı çıktığında “ne işin var Tokat’ta? “diyenlere de verecek bir cevabım olmalıydı. Mesela demeliydim ki “Tokat’ın tarihi zenginliği başka hiçbir ilimizde yok.” Ya da “Ballıca Mağarasını görmeye gidiyorum.” Ama maalesef Tokat birçok Anadolu kentimiz gibi tarihi zenginliklerini ve doğal güzelliklerini yeterince anlatamamış bir şehir ve gitmeden önce bunların hiçbirinden haberim yoktu.
Yazılarımda sıkıcı olmamaya çalışırım. Tokat’ı size detaylı yazarken sadece tarih severlere hitap edersem bir tanıtım yazısı olmanın dışına çıkamam. Bu nedenle Tokatlıların affına sığınarak baştan söylüyorum ki eğlencenin de içinde bulunduğu bu yazı çok da ciddi olmayacak.
Cumartesi sabahı 10:40 uçağı ile Sivas’a oradan da 1 saatlik bir yolculukla geldiğimiz Tokat’ta bizi Tokat kalesi karşıladı. Sarp bir kayanın üzerine yapılmış doğal bir hisar konumundaki kale M.Ö 30 yıllarında yapılmış. Çok eski zamanlarda yapılmış olan iki kaya mezarı da içinde barındıran kale, Kont Drakula olarak bildiğimiz Eflak Prensi III. Vlad’ın bir süre gözetim altında tutulduğu yer. Vaktimiz olsaydı kaleyi gezecektik ancak yapılan restorasyon o kadar kötü olmuş ki belki de düzeltilinceye kadar görmememiz daha iyi olmuştur
İlk günümüzün en önemli bölümü 1987 yılında keşfedilerek 1996 yılında halkın ziyaretine açılan Ballıca mağarası için ayrılmıştı. Buna benzer bir mağarayı en son Güney Afrika’da gezmiştim ancak orada karşılaşılan oluşumlar hep aynıydı. Oysa Ballıca mağarasında her galeride farklı bir şekillenme ve mineral oluşumu vardı, sanki mağaranın her bölümü başka bir zerafetli el tarafından yapılmış, farklı şekillerden oluşuyordu. Her bir galerinin farklı ısı ve neme sahip olması bile sarkıt ve dikit oluşumlarının farklılığını tetikleyebiliyordu. Doğanın bu kadar hassas olması ve 3-4 milyon yıl boyunca sabırla mağarayı dantel gibi işlemesi inanılmazdı. Her mağara ürkütücüdür ve Ballıca da henüz keşfedilmemiş bölümleri ile maceraya açık. Örneğin; Sifon bölümü tam da ismine layıktı. Dev bir klozet düşünün klozetin derinliği 180 metreyi buluyor ve klozetin başından aşağıya bakıyorsunuz. Buraya sifon denmez de ne denir? Mükemmel bir açıklama.
Tokat; Hitit, Frig, Pers, Büyük İskender, Pontus, Roma, Bizans, Arap, Danişment, Selçuklu, Osmanlı ve arada saymadığım onlarca beylikle birlikte tarihi M.Ö 5500’lere inen bir şehir. Üstelik tüm bu tarihi yaratanlar, eserlerini aynı bölgede 900 adım atarak görebileceğiniz 900 yıla dağıtmışlar. Bu nedenle Tokat’ın tanıtımında “900 adımda 900 yıl “söyleminin büyük önemi var. Anadolu’nun başka hiçbir bölgesinde tek bir bölgede farklı yüzyıllara ait bu kadar çok tarihi eseri bir arada görmek mümkün değil.
Sezar Pontus Kralı’nı yendikten sonra Roma’ya gönderdiği önemli mesajı olan “Veni Vidi Vici “Geldim, Gördüm, Yendim” sözünü de Tokat’ta söylemiş. Bu sözün çıkış noktasının Tokat olduğunu bilmek ilginç oldu.
Tokat’ta en çok etkilendiğim eserlerden biri Yağıbasan medresesiydi. Danişment’li sultanı tarafından 1148-1157 yılları arasında yapılan medrese Anadolu’nun ilk üniversitesi olma özelliği taşıyor ve medrese açık olduğu dönemde astronomi dersleri için de kullanılmış. Son derece etkileyici ama bir o kadar da sade bir mimariydi. Mimarlık öğrenimi gören veya sanat tarihine ilgi duyanların mutlaka adım adım gezmesi gereken bir şehir Tokat. Bu güzel tarihi eserlerin yanında birçok kentimiz gibi Tokat da çarpık kentleşmeden nasibini almış, çoğu zaman yakın tarihin ucube binaları arasında tarihi eserlerimizi seçmeye çalıştık.
Yapılan bu zarif eserlerden biri de restorasyonu devam eden Tokat Mevlevihane’si. Mevlana’nın Tokat insanını severek burada bir dergâh kurmak istemesi ve I. Ahmet’in vezirlerinden Sülün Muslu Ağa tarafından yaptırılan ahşap Mevlevihane’nin her bir köşesi büyük bir incelikle yapılmış. Her detayında sade bir ihtişam barındıran bu dergâhta beni en çok etkileyen aşağıdaki fotoğraftı. Bu fotoğrafın neyi var diyeceksiniz? Bu incelikli ahşap oymalar güneş altında gölgeleri duvara vurduğunda Mevlevi külahlarını duvarda görebiliyorsunuz!
Detaydaki inceliğin güzelliğine bakın ! Tarihten çıkarmamız derslerden biri de kaybettiğimiz sanatsal yönümüzü bulmak olmalı.
İçinden geçen Yeşilırmak ile Tokat bereketli topraklara sahip. Tokatlılar, çekirdeğin toprağa düşmesiyle yeşermesi bir olur diyorlar. Her türlü sebze ve meyvenin çıktığı Tokatta zeytin bile yetişiyor. Tabii bu kadar tarımsal zenginliğin olduğu bir yerden en az iki kilo alarak döndüm. Turizm işi yapan biri olsam Tokat’ın yöresel lezzetlerine yönelik bir gurme turu planlardım. Yaprak sarmasını çok seven bir millet olarak biliniriz, burada 6 çeşit yaprak dolmasının olduğunu ve parmak ucu kadar küçücük sarmaların ağızda dağıldığını nasıl anlatabilirim bilmiyorum tatmanız gerekiyor. Tokat kebabı, Bat salatası, madımak isimli yöre otundan yapılan sebze yemeği, katmer, nohut mayalı cevizli çörek, bezde kurutulan sucuk, üzüm şırası ile yapılan alıç ve kuşburnu marmelatı (içine şeker konmuyor sadece üzüm şırası) hepsi çok sağlıklı, lezzetli ve İstanbul’da aynı lezzette asla tadamayacağımız yiyeceklerdi. Cevizi ile de ünlü ilimizde ceviz yemeklerde vazgeçilmez bir paya sahip. Salatalarda ve mezelerde sıklıkla kullanılıyor.
Latifoğlu konağını gezerken birbirinden güzel odalarında ahşap oymacılığının en güzel örneklerini gördük. İki ahşap sütunun yekpare ağaçtan yapılmış olması ve her ağacın bir kesim dönemi olduğunu öğrenmek beni çok şaşırttı. Mesela karaağaç dolunay döneminde kesiliyormuş. Ustalar ağaçtan en iyi verimi almak için ne zaman kesilmesi gerektiğini biliyorlar ve sadece o dönemlerde ağaç kesiyorlarmış.
Tarihi koridorda gezerken dünyanın en eski genel tuvaleti olduğu söylenen bir yapının önünde durduk. Dünyanın en eski genel tuvaletinin adının “Sık Dişini Helası” olduğunu biliyor muydunuz ? Daha güzel bir isim bulunabilir miydi bilmiyorum. 🙂
Tokattaki güzellikler sadece gördüğümüz fiziki yapılardan oluşmadı. Tokat yöresine ait, erkeklerin kadına verdiği değeri gösterdiği omuz halayı beni çok etkiledi. Oyunun sonunda kızlar erkeklerin omuzlarında yükseliyorlar. Anadolu’da kadının yeri aslında omuzların üstü ve ne mutlu ki bu halay Bektaşi köylerinde hala severek oynanıyor.
Sonra başka bir güzellik daha öğrendik. Biz, büyük şehirlerde sonradan türeyen çarpık yapılaşma veya fakir yerleşim bölgelerine varoş ya da gecekondu bölgesi deriz. Tokat’ta bu mahallelerin adı “Şehre Küstü Mahallesi “Anadolu insanının zarafetine bakar mısınız? Bu yerleşimleri daha güzel ifade eden bir söz olabilir mi?
Tokat müzesinden çok etkilendiğimizi belirtmek isterim. Kapalıçarşı gibi bir bedesten ve güzel restore edilerek, Tokat’a layık bir müze olmuş. Bir yanda M.Ö 3000 yılına ait tunç çağından kalma heykeller, diğer yanda Osmanlı dönemine kadar gelen eserler bizi çok uzun bir tarih yolculuğuna çıkardı.
Bu yazıda değinemediğim birçok tarihi eseri dinledik, gezdik, hepsini anlatamadığım için affedin. Tokat’ı bize adım adım tanıtan tarih sevdalısı Tokat il meclis üyesi Sn. Hasan Erdem ve İl Kültür müdürü Sn. Âdem Çakır beylere sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Gezimizin büyük bölümünde zengin tarihi bilgileri ve samimi açıklamaları ile Tokat’ın değerlerini göstermek için canla başla uğraştılar. Tokat Dedeman Otel Genel müdürü Tolga Bey ve Pazarlama müdürü Tuna beye de teşekkür ediyorum. İlgileri sayesinde, Dedeman otelinin konforunda Tokat’ı tanımak çok güzeldi. Son teşekkürüm de gezi boyunca bizimle olan Dedeman Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Murat Dedeman için olacak. Daveti ile geldiğimiz bu güzel şehirde, gezinin mimarı olarak her dakika bizlere iyi ki gelmişiz dedirtti.
İpekyolu üzerinde tarihin önemli ticaret yollarından biri olan Tokat, yeniden keşfedilmeyi bekliyor. Tarihi güzelliklerle dolu, üzerinde çokça düşünülmesi gereken bir şehrimiz. Henüz iç turizmin bile radarında olmayan Tokat için ne yapılsa az. O zaman son olarak bize de şunu söylemek düşüyor. Ne yapalım yani, sahipleneni az diye hakikate hürmet etmekten vaz mı geçeceğiz?…
Daha detaylı ilgilenenler için bu internet sitesini paylaşmasam olmazdı. www.tokatkulturturizm.gov.tr